Çağdaş yazarlarımızdan Merih Günay, yeni kitabı Tatlı Çikolata ile yine ve yeniden karşımızda. Kitabını çıkar çıkmaz hemen aldım ve bir solukta okudum. Son derece akıcı ve duru diliyle bir kez daha kalbimizde yer edecek bir esere imzasını atmış bulunuyor. Neyse, geçelim bunları…
Ülkede seksen milyon, dünya genelinde ise yedi milyar dolayında insan yaşıyor. Onca insan arasında benim, yalnızca benim için bambaşka bir anlam taşıyor Merih Günay. Uzun zaman önce bir edebiyat sitesinde editörlük yapıyordum. Günün ilk saatlerini, elektronik posta adresime gönderilen şiir, deneme ya da öyküleri inceleyerek geçiriyordum. Daha sonra da seçtiklerimi yayıma hazırlayıp onları ana sayfada görünecekleri şekilde siteye yüklüyordum. Derken günün birinde Merih Günay’dan bir ileti geldi. Ne ki içinde herhangi bir çalışması bulunmuyordu. Bunun yerine bana, kendisi için çalışmamı teklif etmişti.
Hitap şeklindeki buyurganlık ve özellikle de takınmış olduğu kararlı tavrıyla dikkatimi çekti. Dürüstçe belirtmeliyim ki hayatım boyunca hiç olmadığım kadar kibirli bir dönemime denk gelmişti. Diğer işlerimi bir kenara bıraktım ve kollarımı sıvayıp kendisine bir yanıt yazdım. Bir edebiyat sevdalısına yanıt yazmak bile benim için olağanüstü bir alçak gönüllülük göstergesiydi. O derece kibirliydim.
Takip eden günlerde Merih Günay’la iletişimimiz devam etti. Bu arada bir kitap çıkartmak istediğini, kim bilir kimlerin övgüsü üzerine bana başvurduğunu ve benden editörlük hizmeti almak istediğini öğrendim. Edebiyat sitesindeki işim dışında zaten kitap editörlüğü de yapıyordum ve benim için hiç de sıra dışı olmayan bir iş teklifiydi yaptığı ama yaklaşımı sinirlerimi bozuyordu. Tam bir patron gibi görüyordu kendini. O nedenle yüklü bir ön ödeme yapmasını istedim. Hiç itiraz etmeden bana hem istediğim parayı hem de o güne kadar yazmış olduğu öykülerin tümünü toplu halde gönderdi. İyi ki de internet ortamında geçirdik o aşamaları. Gerçek hayattaki karşılığı çok daha nahoş olabilirdi. Sanki çalışmalarını masama, parayı da suratıma fırlatmış gibi hissetmiştim kendimi. Ne ki hayatımdan memnundum, çünkü patronların para kaybetmeyi sevmediklerini biliyordum. Kozlar artık benim elimdeydi.
Birlikte yaklaşık üç ay çalıştık. Gündüz saatlerinde yine edebiyat sitesiyle ilgili çalışmalarımı sürdürdüğüm için kendisiyle gece saatlerinde bir araya geliyorduk. Yaptığımız çalışmalar hemen her gece birtakım çatışmalarla son buluyordu. Önerilerimi önemsemiyor, her düştüğüm nota kendince bahaneler üretiyor, benimle çalışmıyor, adeta savaşıyordu. Gerçek hayattaki karşılığı çok basitti, o bana taş atıyor, ben de onu oklavayla dövüyordum. İnternet ortamının böyle faydaları da var, neyse ki tüm kavgalarımız sanaldı. Düzelti çalışmalarının kavga kıyametle geçmesine karşın, ilk kitabı olan Pabuçlarımın Yazarı en sonunda ortaya çıktı.
Pabuçlarımın Yazarı kitabevlerinin raflarında yerini alır almaz, hemen ilk günlerinde, büyük gazetelerden birinde, hakkında yarım sayfalık bir yazı yayımlandı. Yazıyı hazırlayan öykü eleştirmeni aynı zamanda, hatırı sayılır bir üniversitede edebiyat dersleri veriyormuş. O yarım sayfalık yazısında Merih Günay’ı ve kitabını öve öve göklere çıkartmıştı. Hatta hızını alamayıp ilk uçağa atlamış ve Merih’le tanışmak için Ankara’dan İstanbul’a gelmişti. Ne diyebilirim, o an yazarımla gurur duydum.
Bir bütün olarak kitabın kendisi ve ayrıca içindeki öyküler de çeşitli ödüller aldı sonrasında. İlk kitaptan aldığımız feyizle ikinci ve üçüncü kitapları da birlikte hazırladık. Hiç ve Martıların Düğünü adlı bu iki kitap da ciddi yankılara vesile oldu. Yabancı dil çevirileri, Avrupa baskıları da hemen ardından yer aldı ve Almanya’da, edebiyat üzerine söyleşiler yapan bir radyo programında, özellikle de Martıların Düğünü için yirmi dakikalık bir süre ayrıldı. Her üç kitabının da son derece başarılı olduğu konusunda hiçbir kuşkum yoktu ama doğrusu, ilginin bu kadarını ben bile beklemiyordum. Merih Günay bana radyonun bant kaydını gönderdiğine tüm gün boyunca başa sarıp tekrar tekrar dinledim ve sevincimden ağladım.
O günlerden sonra şaşılası bir şey oldu: Görüşmeye son verdik, hem de ortada hiçbir neden yokken. Öyle zannediyorum ki Merih Günay benim gibi sivri dilli bir editörden, ben de onun gibi her şeye karşı çıkan, inatçı bir yazardan yeterince çekmiştik. Ne yılbaşı, ne doğum günü ne de bir bayram kutlaması yaptık. İkimiz de sanki daha önce hiç karşılaşmamışız gibi davrandık. Anlamak zor gerçekten ama bu yönelim karşılıklıydı, orası kesin. Yıllarca hiç görüşmedik.
Derken bu yakınlarda Merih Günay’dan ilk selamı aldım. Görüşmemiz çok uzun sürmedi. Buna gerek de yoktu zaten. Aradan geçen yıllardan her ikimiz de payımıza düşeni almıştık. Ne bende kibirden ne de Merih’te çokbilmişlikten iz kalmıştı. İkimiz de yeterince olgunlaşmış olmalıyız. Bana, yakında yeni bir kitabının çıkacağını, çıkar çıkmaz adresime göndereceğini söyledi. Belli ki başka bir editörle çalışmıştı. Bu hiç profesyonelce değil, biliyorum ama kendimi biraz ‘aldatılmış’ gibi hissettim. Ne yazık ki bunun internetteki karşılığını bilmiyorum.
İki gün önce beklediğim kargo geldi ve Merih Günay’ın Tatlı Çikolata adlı yeni kitabı şu an okunmuş haliyle yanımda duruyor. Emekli bir öğretmen, mesleklerinde başarıya ulaşan eski öğrencileri için neler hissediyorsa, ben de benzer hisler içindeyim. Kitaplarının çoğalıp dağları aşması dileğiyle.
Zerrin Oktay
25.01.19

